blob-article
Osho’nun konuşmalarının son derlemesi, “Ego: Yanılsamadan Kurtulmak” başlığıyla ve Omega Yayınları tarafından yayımlandı. Kitap, insanın toplumsallaşarak öğrendiği birçok kavrama eleştirel bir bakış sunuyor. “Yanılsamadan kurtulmak” kişinin üzerine yapışan etiketlerden bir bir sıyrılma yolculuğu aslında ve bu kulağımda bir zihinsel minimalizm hâli olarak tınlıyor.
Osho’nun konuşmalarının son derlemesi, “Ego: Yanılsamadan Kurtulmak” başlığıyla ve Omega Yayınları tarafından yayımlandı. Kitap, insanın toplumsallaşarak öğrendiği birçok kavrama eleştirel bir bakış sunuyor. “Yanılsamadan kurtulmak” kişinin üzerine yapışan etiketlerden bir bir sıyrılma yolculuğu aslında ve bu kulağımda bir zihinsel minimalizm hâli olarak tınlıyor.
Osho, ego kavramını “insanın gerçek özünün tam tersi” olarak açıklıyor, “egonu bırakmadığın sürece asla kendini bilemeyeceksin” diye de ekliyor. İnsanın gerçek özü diye kastedilen elbette doğu felsefesinin varoluş kavrayışıyla ortak. Biricik olan yegâne şey tutunduğun “sen” değilsin ancak parçası olduğun mevcut bütünlük, salt bir oluş, varlık, öz. “Ego” yani “ben” fikriyse, toplum tarafından dayatılan bir kurmaca, öğrenilmiş ve ezberlenmiş etiketlerden ibaret. “Doğduğun zaman hakiki benliğine sahiptin. Sonra sahte bir benlik yaratmaya başladılar.” diyen Osho, “ego” kavramı etrafında hem toplumsal/kültürel öğretileri hem de bunlarla bağlantıdaki ezbere işleyen zihni tartışıyor.
Kitabın “İdealler” isimli ikinci bölümünde herkesin kendi yolculuğunun otantikliği üzerinde duruluyor ve öğreti çok basit: Kendin ol çünkü bu yeterli. Sanırım hepimizin en çok duymaya ihtiyacı olan şeylerden biri de bu. Basitçe, yeterli olduğumuz. Sen asla anne baban, öğretmenler, komşular toplum tarafından kendin olarak kabul edilmedin. Herkes seni geliştirmeye, seni daha iyi yapmaya çalışıyordu. Herkes tüm insanların yapmaya meyilli olduğu kusurlara, hatalara, yanlışlara, zayıflıklara, güçsüzlüklere parmak basıyordu. Hiç kimse senin güzelliğini vurgulamadı, hiç kimse senin ihtişamını vurgulamadı, diyenOsho’nun bireye bu yetersizlik hissinin nasıl bu kadar kolay aşılanabildiği konusunda ise dikkat çektiği ilginç bir nokta var. Her çocuk gelişmek, “çiçek açmak” için dünyaya gelir. Kişi içerisinde gelişim ve ilerleme arzusunu barındırır. Ancak burada bahsedilen gelişim arzusu güçle, başarıyla, iktidar sahibi olmakla ilgili değildir. Olduğu şey, bireysel ve otantik bir kendin olma, kendini bulma yolculuğudur. Güç ve başarı beklentileri veya kişinin özünde kendini ait hissetmediği, sonradan öğrendiği ve üzerine yapışan bütün benzeri beklentiler ise bir engeldir, bir çarpıtmadır; o, gelişim için var olan doğal özlemin kötüye kullanılmasıdır, diyor. Metinde bununla bağlantılı bir diğer önemli farkındalık da egonun mutluluğu sürekli olarak ertelediği.
Osho, ego sahibi olmanın kişiyi gelecekte sahip olacağı mutluluk, güç ve başarı vaadiyle bekleterek andan kopardığını paylaşır. Yani, şu an tam değilsin ama yarın güç sahibi olduğunda tam olacaksın. “Şu anki koşullar kötüyse eğer dişini sık, dayan çünkü ancak bunlar bittiğinde mutluluğa erişeceksin” gibi… Halbuki bugün bu halinle yeterli olduğun fikri veya hissi seni bu ana kıymet vermeye davet eder ve mutluluk belli koşullara bağlı olmadığında kim olduğun konusunda daha esnek bir alanın, diğer bir deyişle “çiçek açmak” için elverişli koşulların sağlanmış olur. Yani, fazlasına ihtiyacın yok, elindeki yeterli.
Bütün bu farkındalıklara karşın Osho, egonun işlevsel bir tarafı olduğunu, toplumsal hayatta “ayakta kalmak” için ego sahibi olmaya ihtiyacımız olduğunu savunuyor ve bu konuda öğütlediği şey kısaca, egonun bizi değil, bizim onu kullanmamız: Ego kullanışlı bir kurmacadır. Onu kullan fakat onun seni kandırmasına izin verme. Nasıl ki Osho’nun “ego” dediği kavramla dışarıdan dayatılan, öğrenilmiş kalıpların etkisinde oluşan “ben”i anlıyorsak, zihin dediğinde kastettiği de din, eğitim, aile vasıtasıyla belli şekilde düşünmeye programlanan, yani ayarları değiştirilebilir bir şey ve zihin konusunda tavsiyesi de benzer doğrultuda: Zihin hayattaki en önemli şeylerden birisidir, fakat sadece bir uşak olarak, efendi olarak değil. Yani, bütün toplumsal öğretiler, dayatmalar, ezbere kimlikler, kirletilmiş zihnimize dair paylaştığı farkındalıklar ve bu doğrultuda çizdiği pek de iç açıcı olmayan tabloya karşın Osho, oldukça gerçekçi ve işlerliği olan bir çözüm yolu da sunmuş oluyor: İhtiyacın olduğu kadarını al, hiçbir şeyin kölesi olma.
Osho, bebeklerin ego duygusundan yoksun bir şekilde dünyaya geldiğini iddia eder ve birçok çocuğun kendinden üçüncü tekil şahıs olarak bahsettiğine dikkat çeker: Onun ben duygusu yoktur. O, kendisini de üçüncü şahıs olarak niteler… Ancak bir gün gelir ve o büyüdükçe, ona bunun doğru olmadığını öğretmeye başlarsın… Sen ayrı bir kişiliksin, sen kendine ‘ben’ demeyi öğrenmek zorundasın. Ve bir kez kendisine ‘ben’ dediğinde bütünüyle farklı bir enerji işlemeye başlar. Artık bu ‘ben’ gelişmek ister, büyümek ister, şunu ister bunu ister. O, hiyerarşi dünyasında yükselmek ve yükselmek ister. O daha büyük bir tahakküm alanı ister. Bunlar ışığından düşünüldüğünde, kendinden üçüncü tekil şahıs ile bahseden çocuk aslında o ismin ve ileride o ismin yanına eklenecek bütün o şeylerin kurmaca olduğuna dair doğuştan gelen bir farkındalık taşıyor gibi anlaşılıyor. Ona asıl ait olan, isim verilmeyen, ismi ile kastedilen ise dışarıdan dayatılan beklentiler ve sahip olunacak etiketlerdir.
Doğduğumuzda hakiki benliğimize doğallıkla sahip değilmişiz gibi aşılanan bu sahte benlik algısının etkisinde güç, iktidar, başarı peşinde mutluluğu sürekli erteler hale gelmemiz zihinlerimizi kirletip, aslında ihtiyacımız olmayan vaat ve beklentilerle dolduruyor. Kişiye dışarıdan dayatılan her şeyin zihinsel yüklere dönüştüğü sistemde, bu yüklerinin ne kadarını üstlenmeye gerçekten hevesli olduğumuzu fark edebilmek ve ihtiyacımız olmayanı bırakabilmek, üzerimize yapışan ve aslında sadece zararı dokunan dayatmalardan sıyrılarak sadeleşmek asıl gerekli olan şey gibi görünüyor. Bu zihinsel sadeleşme yolculuğunda meditasyon en yakın arkadaşımız elbette. İçeriye bakıp dışarıda olanları anlamak, ihtiyaç olanı tutup olmayanı bırakmak.
Ece Örken